Ali Aktaş

Milli Görüş! Yenilenme mi, tükeniş mi? Önümüzde bu zorlu tercih bizi bekliyor.

Türkiye’de son 1 asrı aşan sürede 20’şer yıllık dönemler halinde kuşak çatışmaları ya da arayışlarından doğan pek çok gelişme oldu. Bunları incelediğimiz zaman bizim ülkenin temel sorununun, tarihin doğal akışı ve sosyolojik sünnetullah gereği yaşanan kuşak değişimi süreçlerinde eskilerle yenilerin tahrip edici kavgası olduğunu görebiliyorsunuz.
 
1908 İhtilalini doğuran şartlar 2.Abdulhamit’in uzun saltanatında ortaya çıkan neden ve imkanlardı. Kendine özgü modernleşme süreci içinde 2.Abdulhamit, bir yandan baskıcılığını sürdürürken bir yandan da kendini devirecek yeni kuşakları yetiştirdi. Ama onlarla diyalog kurmadı. Onları anlamaya çalışmadı. Değişimi okuyamadı. Önlemeye çalıştıkça muhalifi çoğaldı.
 
1908 İhtilalini gerçekleştirenler Balkan harpleri öncesinde eski kuşak çarıklı erkan-ı harbi tasfiye etti. 1920 başına geldiğimizde ise İttihat ve Terakki içindeki ikincil kuşak/çeperdeki kadro Cihan Harbinin sonuçlarını da gözeterek hareketin önderlerini tasfiye ederek, siyasal ve askeri önderliğini yaptığı Milli Mücadeleyi başarıya ulaştırdı.
 
Bu tasfiye 1920’lerin sonuna dek devam etti. 1940’lara geldiğimizde ise bu kez 1920’lerin kadrosu eski hale gelmişti ve dünyadaki siyasal algıların değişimi ve içeride sıkışan sosyolojinin de tazyikiyle kontrollü demokrasi doğru. DP yeni kuşağın ve statüko mağdurlarının sığınağı oldu. 1946/1960’a kadar bu süreci izledik.
 
1960’da darbe olmasaydı zaten oyu azalmakta ve krizlerle boğulmakta olan ve son dönemlerinde antidemokratik eğilimleri ayyuka çıkmış DP Statükosu seçimle devrilecekti. Darbe bu süreci şiddet yoluyla hızlandırmış oldu. 1980’e kadar yeni bir anayasal rejim ülkeyi yönetti. Bu dönemde fikir hareketlerinin büyüdüğünü gördük, bununla beraber dönemin sonuna doğru bu hareketler birbirleri ile çatıştılar. 
 
1980 darbesi sıkışan siyasetin, sokak kavgalarının ve kilitlenen meclisin tam ortasında geldi ve yeni bir kulvara akamayan Türkiye, askerin tasnif ve teşviki ile yeniden siyasetini inşaa etti. Özal böyle geldi. Tıkanan sistem kendine bir yol açtı. Şartlar bunu gerektiriyordu. Değişim neoliberalizmi üretti ve arzu edilmeyen bir şey oldu, sürecin hemen başında orta ve alt sınıflar önce zayıfladı ve sonra çöktü.
 
2000’lerin başında 80’le beraber kurulan düzen tümüyle iflas etti, yazarkasa eylemi bu dönemin akılda kalan en net fotoğrafı oldu. Ve akabinde sistem kendi inşaasını AK Parti eliyle gerçekleştirdi. Erdoğan olmasaydı başka yol ve imkanlar doğacaktı. Sıkışan sosyoloji ve kilitlenen sistem mutlaka çıkış bulacaktı zaten. Erdoğan geldi ve şimdi onun da kendi statükosu var.
 
2020’ye geldiğimizde de benzer şeyler karşımızdadır, bir tür tekerrür hali yaşıyoruz. Statüko yorulmuştur, sistem tıkanmıştır, sosyoloji sıkışmıştır. Bu aşamada son 1 asrın her 20 yılında bir olan şey yeniden olacaktır. Toplum ve siyaset ve hatta devlet kendini yeniden inşaa edecektir. Kaçınılmaz bir değişim bu.
 
Şimdi siz gelinen aşamada bu kuşak gerilimini sağlıklı aşamazsanız ya eskiyip kalacaksınız ve tükeneceksiniz ya da değişimin içinde yer alacaksınız ve de hatta nefesiniz yetiyorsa değişimi yöneteceksiniz. Bunu okuyabilen siyaset kendini yenileyecektir, okuyamayan ise tükenecek.
***

Türkiye’de siyasetin 2000’lerin başında olduğu gibi yeniden kendi kendini dizayn etme arayışı içinde olduğu çok açık. Davutoğlu, Babacan’a ilave olarak İnce’nin hareketlenmesi de kaynamanın işaretleri. Önümüzdeki yıllarda Türkiye yeni bir siyasi fotoğrafla karşı karşıya kalacak.

Milli Görüş Hareketi bu yeni hercümerc içinde kendini yenilemediği ve alternatif olamadığı sürece 2000’lerin başında aldığı ağır darbenin ikincisini yaşayacaktır. Bu darbenin ölümcül olma riski vardır. Milli Görüşçüler bu konuda geleceğe ilişkin ciddi tahliller yapmak zorunda.

Sosyolojik kaynama ve yeni arayış Türkiye siyasetini bir yeni evreye taşıyacaktır. Aktörlerin değiştiği, siyaset yapma tarzının değiştiği, toplumsal ve siyasal algıların değiştiği, kamu hayatında bir yeniden inşaa sürecinin başlayacağı bir günün şafak öncesi erken saatlerindeyiz.

Ruhum isyan ile kanıyor: Milli Görüş Hareketi, sönüp tükenen bir “aziz hatıra” olmamalıdır. Şu gelmekte olan tsunamiyi görmemek için kör olmak lazım.

Ali Aktaş

Ahlak, Adalet, Özgürlük, Ekmek için çalışacağız. Eş, Baba, Oğul, Kardeş, Avukat.

& Yorum

  • Ali bey,somut bir öneriniz var mı? Milli görüş nasıl bir evre ve değişim ile yenilenmelidir,
    Siyonizmi yok saysa olmaz, dinimizin ahlâk ve kültürünü görmese olmaz, faiz siz ekonomik çalışma ve tezlerini inkar etse olmaz, İslam ülkeleri birlikteliginden vazgeçse olmaz, kendi kendini inkar edemez, bir hareket, bir dava inancı ve ülküsü ile ayakta kalır. Vesselam.

  • Alibey kardeşim merhaba,

    Düşüncenizi okudum, çok genel bakmışsınız tarihi sürece.

    Bu yirmişer yıllık dönemler diye kabaca tarif ettiniz siyasi sosyolojik bayrak yarışındaki dış etkiye hiç değinmemişsiniz.

    Şu paragrafta “2000’lerin başında 80’le beraber kurulan düzen tümüyle iflas etti, yazarkasa eylemi bu dönemin akılda kalan en net fotoğrafı oldu. Ve akabinde sistem kendi inşaasını AK Parti eliyle gerçekleştirdi. Erdoğan olmasaydı başka yol ve imkanlar doğacaktı. Sıkışan sosyoloji ve kilitlenen sistem mutlaka çıkış bulacaktı zaten. Erdoğan geldi ve şimdi onun da kendi statükosu var.” İfadenizle, normal bir sosyal döngü şeklinde fikir ihraç etmişsiniz.

    Oysa Amerika’nın Türkiye masası şefi Graham Fuller’in mekik diplomasisinden hiç bahsetmemişsiniz.

    Daha il başkanı bile olmayan, ütüsüz gömlek ve ütüsüz pantolonla gezen bir genç delikanlıyla seri toplantılar yapılıyor; Graham Fuller çıkıyor, Av. Abraham Foxman giriyor toplantıya….

    Aynı adamlar Erbakan hoca ile de irtibat kuruyorlar, görüşmeler yapılıyor. Hatta bu görüşmelerin bir tanesi, bir heyet ile yapılan Amerika seyahatindedir. Büyük Ortadoğu Projesi’nde görev almak, Suriye Savaşı’nın onayı gibi bir ihanet teklifini yapıldığı ve anlaşmaların sağlanamadığı görüşmeler neticesinde Milli Görüş’ün tasfiye edilme ve AK Parti’nin iktidara getirilme kararı verilmiştir ABD tarafından.

    Aslen demokrat demokratik partinin iktidara getirilme, 80 ihtilali sonrasında Özal’ın iktidara getirilme felsefesini de yine onlar yönetmişti.

    Biz mi? Biz, İran devriminde yaşanan benzer bir birliktelik meydana getiremediğimiz sürece, 4 öküzle aslanın yaptığı ortaklık ve sarı öküzün feda edilmesi hikayesinde anlatılan kaderi yaşayacağımız ve tarihin tekerrür edeceği süreci Kader gömleği olarak giyeceğiz yine.

    Bu süreçte iktidarın, para pompalayarak av köpeği yaptığı medya gücünü kullanarak milli görüşe yaptığı iftiralar, karalama kampanyaları, uydurma haberler, izolasyon ve aşağılama neticesinde cami cemaate çevresinde oluşturduğu negatif fikir ve düşünce uzun süre devam edecektir, bu kesin ölünceye kadar…

    Şu anda yapılması en mantıklı şey millet ittifakı ile hareket etmektir kanaatimce.

    Biz aslen millet olarak, iktidarın ihanetleri sayabileceğimiz özgürlükler yasası (ikiz yasalar), İstanbul sözleşmesi ve buna bağlı çıkartılan kanun ve yönetmeliklerin getirdiği yıkım, DSÖ İstanbul ofisi kuruluş anlaşması, Paris iklim anlaşması, Kıbrıs’ın bir oyunla aptalca Rumları temsil gücü ile Avrupa Birliği üyesi yapılmasına, hükümet tarafından muvafakat verilmesi siyasi konuları ile…

    %80’i veya daha fazlası yabancı inşaat şirketlerine yaptırılan asfalt bir betondan dolayı Türkiye’nin gelecek 30 yılının borçlandırılması, ve yapılan bütün anlaşmalara İngiliz Londra mahkemeleri “garantör mahkemeler” olarak kabulü, yaşanılan bu lüx, şatafat neticesinde ortaya çıkan faiz ödemelerinin, dolar bazında verilen yüksek faizli devlet bono ve tahvil ile karşılanarak ötelenmesi, batılı finans çetelerinin yüksek faizli bonoları kabul etmemesi neticesinde bir gün kesildiğinde (yeni cumhurbaşkanının BOP sürecinden ayrılma kararı mesela) İngiliz kayyumların elinde çantalarla Türkiye’nin maliyesine, hazinesine, Ziraat Bankası, Halk Bankası dış ticaret müsteşarlığı vs. beklediğini görerek milli ittifaklar geliştirme ve bu konularda çalışmalar yapmalıyız…

    Ayrıca yeni gelecek Cumhurbaşkanı ve iktidar, yurt dışına kaçırılan paraların (bu miktar 500 milyar dolar altında değil) anlaşarak ya tehditle Türkiye’ye mutlaka getirilmelidir.

    Saygı ve hürmetlerimle…